Sevgililer Gününün öteki yüzü
AMSTERDAM (12.02.2008) - 14 Şubat dünyada Sevgililer Günü olarak kutlanıyor. Bu günde sevgililer, eşler birbirlerine değişik hediyeler alıyorlar. Kimilerine göre bu gün büyük bir tüketim pazarı için kapitalistler tarafından uydurulmuş bir gün. Kimilerine göre de insanların eşlerine olan sevgilerini göstermeleri için özel bir gün. Sevgililer Günü nasıl tanımlanırsa tanımlansın yüz milyonlarca insanın tüketim çılgınlığına girmesi sonucunda oluşan pazar sömürü öğeleriyle besleniyor. KIRMIZI GÜLLER YÜZÜNDEN KÖR OLANLAR VAR Sevgililer Gününde en çok tercih edilen hediyelerden biri kırmızı gül. Kırmızı gül inanışa göre tutkulu aşkın ifadesi. Ancak ABD ve Avrupa’da satılan ateş kırmızısı güllerin çoğunun Latin Amerika’dan ithal edildiğini ve bunların yetiştirilmesinde kullanılan kimyasallar nedeniyle fakir işçilerin kör olduğu, kanser hastalığına yakalandığı gerçeği bu inanışı ne kadar etkiler bilinmez. Latin Amerika’da faaliyet yürüten çevre örgütlerine göre bu ülkelerdeki gül yetiştiriciliğinde aralarında zehirli DDT maddesinin de yer aldığı çok sayıda kimyasal kullanılıyor. Güllerin rengi ve dayanıklılığı için kullanılan maddeler nedeniyle tarlalarda çalışan işçiler çeşitli hastalıklara yakalanıyor. İşçilerin arasında kanser olanlar ve görme yeteneğini kaybedenler dahi var. KAKAO TARLALARINDAKİ ÇOCUK İŞÇİLER Peki kaliteli çikolatalara ne demeli? Dünyanın en kaliteli çikolatalarının hemen hemen tümü Fildişi Sahilleri’nden gelen kakao ile üretiliyor. Bu ülke Uluslararası Çalışma Örgütü tarafından çocukların kakao tarlalarında köle gibi çalıştırılmasına göz yumması nedeniyle kara listeye alınmış durumda. Batı ve Orta Afrika'da eğitim görsün ya da bir meslek öğrensin diye aileleri tarafından başka ellere teslim edilen çocukların büyük bir bölümü köleleştiriliyor. İnsan tüccarları çok düşük fiyattan çocuklarını ailelerinden satın alıyor. Bu çocuklar özellikle Fildişi Sahilleri’nde kakao çiftliklerine kelle başı satılıyor. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün son raporuna göre Fildişi Sahilleri’ndeki çocuk işçilerin sayısı 110 bini buluyor ve bu çocuklar dünyada en acımasız koşullarda çalıştırılan çocuklar olarak kayda geçirilmiş durumda. ELMASLARDAN KAN DAMLIYOR Zengin kesimlerin Sevgililer Günü’ndeki favorisi pırlantanın da sicili kötü. Dünya pazarındaki pırlantaların büyük bir bölümünün ham maddesi Sierra Leone ve Liberya’da savaş lordları tarafından insan kanının üzerinden pazarlanan elmaslar. ABD dahi bu iki ülkeden elmas ithal edilmesini yasaklamış durumda. Bu nedenle bu ülkedeki elmas fiyatları dünyanın geri kalanından biraz daha yüksek.
13 Şubat 2008 Çarşamba
sevgililer gününün kirli yüzü
Gönderen hasan ilhan zaman: 2/13/2008 10:00:00 ÖS 0 yorum
9 Şubat 2008 Cumartesi
bir milyar kişi sigaradan ölebilir
Dünya Sağlık Örgütü, ‘’Küresel Sigara Salgını-2008’’ adıyla bir rapor yayınladı.
Sağlık Örgütü, 20. yüzyılda 100 milyon insanın ‘’sigara salgını’’ yüzünden öldüğünü, eğer önlem alınmazsa 21. yüzyılda bu sayının 1 milyara çıkabileceğini ifade etti. En fazla sigara kullanan 10 ülke arasında Türkiye de yer aldı. Dünya Sağlık Örgütü, ilk kez yayınladığı ‘’Küresel Sigara Salgını-2008’’ adlı raporda, 20. yüzyılda 100 milyon insanın sigara yüzünden öldüğünü açıkladı. Örgüt önlem alınmazsa, bu sayının 1 milyara çıkabileceği uyarısını yaptı. Dünya Sağlık Örgütü Raporu’nda hükümetler, sigara salgınını önlemek ve sigara kullanımının azalmasını sağlamak için acil ve kararlı önlemler almaya çağrıldı.Hükümetlerin her yıl sigaradan aldıkları verginin miktarının 200 milyar Dolar’dan fazla olduğu söylenen raporda, hükümetlerin bu vergi gelirinin binde 2’sinden bile azını sigara kullanılmasının azaltılması için çeşitli programlar geliştirme yolunda kullandıkları kaydedildi. Dünya Sağlık Örgütü, raporunda, özellikle gençlerin sigara kullanmaya başlamalarını önleme, sigara kullananları bırakmaya teşvik etme ve sigara içmeyenlerin sigara dumanına maruz kalmalarını önleme için aldıkları önlemleri artırmaya davet ediliyor.Rapor bu amaçla hükümetlere ‘’Sigara Kullanımının Kontrol Altına Alınması’’ başlığı altında 6 önlemi hayata geçirmelerini tavsiye ediyor. Raporda bu önlemler ‘’hem sigaranın, hem de sigaradan alınan verginin arttırılması; sigara reklamlarının ve sigara kullanımının özendirilmesinin yasaklanması; insanların sigara dumanından korunması; sigaranın zararları konusunda bilinç oluşturulması; sigarayı bırakmak isteyenlere yardım edilmesi ve sigara kullanımının yakından takip edilmesi’’ olarak sıralanıyor.Rapora göre dünyada sigara kullanan insanların neredeyse üçte ikisi aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 10 ülkede yaşıyor. Bu ülkelerin başında Çin ve Hindistan gelirken Endonezya, Rusya, ABD, Japonya, Brezilya, Bangladeş Almanya ve Türkiye ilk 10 ülke arasında bulunuyor. FRANKFURT
Gönderen hasan ilhan zaman: 2/09/2008 11:51:00 ÖS 0 yorum
12 Eylül 2007 Çarşamba
Sarıgül, Baykal'dan beterdir
Mustafa Sarıgül sadece bir demagogdur. Çenesi kuvvetlidir. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Baykal'la olan çekişmesi sadece ve sadece koltuk kavgasıdır. İlk bayrak histerisini başlatan zatlardan biridir. Kilometrelerce uzunluktaki bayrak yürüyüşü, 23 Nisan'da binlerce öğrenciyi Anıtkabir'e götürme vb tamamiyle milliyetçilik ve şovenizm yarışında dikkatleri üzerine çekme ve milliyetçilik rüzgarından pay kapma yarışı ve aynı zamanda milliyetçiliği körükleme girişimleridir. Aynen Kenan Evren'in Atatürk heykelleri dikme 'sevdasından' başka bir şey değildir. Bir amacı da şov yapma ve bayrak fabrikalarına rant sağlama çalışmalarıdır. Belediyeciliği bırakmış, laf ve reklam vasıtasıyla medyanın da çeşitli amaçlar ve çıkarlar için parlatmasıyla popüler hale getirilmiştir. Şişli gibi gayrımüslimlerin olduğu bir yerde, bu gayrımüslimleri aşağılayıcı, ötekileştirici her türlü flamanın anacaddelere, kavşaklara bol bol ve her gün asılmasına izin vermiştir. Böylece Hrant Dink'in milliyetçi ve şoven dalganın etkisiyle öldürülmesine dolaylı katkısı olmuştur. Bu zat, neler neler olurken Kürt sorunuyla ilgili bir tek olumlu laf etmemiştir. İnsan hakları ihlalleriyle ilgili hiçbir tavır ve eylem içinde olmamıştır. Sadece çıkar amaçlı bazı Alevi kuruluşlarına belki yardımları olmuştur. Ama Alevi haklarıyla ilgili hiçbir eylem, tavır ve mücadele içinde olmamıştır. Sarıgül Diyarbakır'a gitmiş. İyi hoş gelmiş, ancak boşu boşuna gelmiştir. Yahu bu Diyarbakır'a gidenlere ne oluyor acaba? Orada 'büyü' falan mı yapıyorlar. Yoksa oranın havası insanları büyülüyor mu? Sarıgül de aynen önceki gidenler gibi... Bir de CHP adına özür diliyor. Sanki CHP'yi temsil ediyormuş gibi. Acaba kazara genel başkan olursa da özür dileyecek mi? Hiç sanmıyorum... Eğer, Sarıgül CHP'nin başına geçerse; halk bir süreliğine de Sarıgül ile oyalanacaktır. Ta ki Baykal'dan beter olduğu anlaşılıncaya kadar... Bu da zaman kaybına yol açacaktır. Zaten belli hesapları olanların asıl amaçları bu değil midir? İnsanlarımızı hep kişilerle oyalamak. O yıprandı, ne olduğu anlaşıldı, gerçek yüzü açığa çıktı, bu defa yeni birini parlatmak. O da açığa çıktı, yok bu defa falan kişiyi cilalatmak. Hep oyalama stratejileri ve deneme tahtaları. Elbette kişiler önemlidir. En iyi sistem bile olsa kişi iyi değilse o sistem yozlaşabilir. Örneğin kooperatifçilik kötü bir şey midir? Hayır. Ama bugün kooperatifçilik kötülerin elinde genellikle yozlaşmış ve uzak durulması gereken kuruluşlar haline getirilmiştir. O zaman ölçü ne olmalıdır? Tamam, söz, laf elbette gereklidir, ancak; anında olumlu tavır, eylem, dürüstlük, verim yani iş, iyiniyet ve hoşgörü olmadıktan sonra gerisi hava-cıvadır...
Teoman Deprem'den alıntıdır (aynen katılıyorum)
Gönderen hasan ilhan zaman: 9/12/2007 11:40:00 ÖS 2 yorum
24 Ağustos 2007 Cuma
YOKSULLUK BU İŞTE
Yoksul ülke olmak işte bu demek…
4 kişilik aile.Çoluk çocuk.Büyük bir mermerin çevresine toplanmışlar.Ellerinde çekiç.Fıstık çıtlatıyorlar.Kuruyemişçiden Antep fıstığı alırsınız ya. Ucu açıktır.Ama ağaçtan toplanan fıstığın sadece yüzde 35'nin ucu açıktır.Gerisi kapalı.İşte kapalı olanlar, çekiçle vurularak çıtlatılır.4 kişilik aile bunu yapıyor.Fıstık çıtlatarak para kazanıyor.25 kilo fıstık bir çeki. Bir çekiyi kırmanın ücreti ise 1.5 milyon lira.Bir aile. Ana, baba, çoluk çocuk günde 3 çeki kırabiliyorlar. 75 kilo.Karşılığı 4.5 milyon lira.İşte yoksulluk bu demek.
Gözünüzün önüne getirin. 75 kilo fıstık. Tek tek alıyorsunuz. Taşın üzerine koyuyorsunuz. Çekiçle vurup çıtlatıyorsunuz.Ömür törpüsü. Bir aile bütün gün çalışıyor. Tabii çıtlatacak fıstık bulunursa.Bedeli 4.5 milyon lira.Peki, fıstıkları çıtlatacak makine yok mu?Var. Ama insan daha ucuz.İşte yoksulluk bu demek.
İşte dibe vuran Türkiye bu demek.
İşte Ortadoğu ülkesine dönmek, bu demek.İşte üçüncü lige düşmek üzere olan Türkiye'in fotoğrafı bu.Ankara'nın göremediği, anlayamadığı, idrak edemediği Türkiye bu.Bırakın Ortadoğu ülkesini. Giderek Afrika ülkesine dönüyoruz.Halk o kadar çaresiz ki.Parayı Dünya Bankası verdi.Devlet önce eğitim yardımı yaptı. Kitap, kalem, defter alabilsinler diye. Okula gidebilsinler diye 1 milyon 50 bin çocuğa 50 milyon lira dağıtıldı.1 milyon 50 bin çocuk bu parayı almasaydı belki okula gidemeyecekti.Yetmedi. Kış kapıda. Yakacak lazım.Ama bakıldı ki. İnsanların yakacak almaya gücü yok.Çare yok. Bu kez FAK FUK FON devrede.400 bin aileye 100 milyon lira yakacak yardımı yapıldı.Üşümesinler diye. Çocukları donmasın diye.Bu da yetmedi.İnsanlar kalem, defter almıştı. Çocuklarını okula gönderiyorlardı. Isınacak yakıt da vardı. Ama beslenme için para yoktu.Çocuklar okula, babalar iş aramaya aç gidiyordu, aç.Görüldü ki olacak gibi değil.Bu kez 600 bin aileye 40 milyon lira gıda yardımı yapıldı.40 milyonla ne olur demeyin.Dibe vurdurulan Türkiye'de 40 milyon büyük para oldu.Türkiye, 40 milyonu arar hale getirildi.Ankara farkında değil. Her ilde dizi dizi aşevleri açılıyor.Yakında görürsünüz. Kamyonlar. Üzerlerinde kazanlar. İçinde lapa. Kuyruğa girmiş binlerce insan. Ellerinde tabak. Kamyondan lapa alıyorlar.
Durun durun..Bu Pakistan'da olur. Mülteci kamplarında olur. Afrika'da olur demeyin.Devlet vatandaşına beslenmesi için 40 milyon lira dağıtıyorsa.Bu duruma düşmüşsek.İnsanlar 40 milyon gıda yardımı için birbirlerini yiyorsa.Bir sonraki aşaması da budur.Bu tablo karşımızdayken. Türkiye iyi yönetiliyor diyebilir misiniz?Şimdi bir dakika düşünün. Şu ülkeye bakın.Ekim ayında bile hâlâ güneşin pırıl pırıl parladığı bir ülke.Verimli topraklara sahip bir ülke.Denizinden balık çıkan bir ülke.Sebzesi, meyvesi olan bir ülke.Bankalarından dolar taşan bir ülke.Fabrikaları, dev sanayi tesisleri olan bir ülke.Ama aynı zamanda da insanlarının alım gücü sıfıra düşmüş bir ülke.İşsizler ordusunun yaşadığı ülke. Üretimin durduğu bir ülke.40 milyonun büyük para olduğu bir ülke.Bırakın iyiyi. Bu ülke yönetiliyor diyebilir misiniz?.Ankara diyor ki. Başbakan diyor ki. Bize haksızlık ediyorsunuz.Ben de diyorum ki. Asıl siz bize haksızlık ediyorsunuz.Çıkın sokağa. Gidin bakkala sorun.Adresini de vereyim. Anadolu'ya çıkmanıza gerek yok.Ankara'nın Altındağ ilçesindeki Ali bakkalla gidin.İnsanlar 50 bin liralık peynir alıyor.Yanlış okumadınız 50 bin.Utana sıkıla peynir alan adam diyor ki; "Okula giden çocuğumun beslenme çantasına koyuyorum. Gıda alsın diye. Artık eve alamıyoruz."İnanın. Haksızlık etmiyoruz.Türkiye bu hale geldi.Ortadoğu ülkesi oldu.
Gönderen hasan ilhan zaman: 8/24/2007 10:13:00 ÖÖ 1 yorum
11 Ağustos 2007 Cumartesi
ÖZELEŞTİRİ
Veysi Sarisözen 10.08.2007
Otokritik-özeleştiri
Seçime giriyorsunuz. Sandıklar açılıyor. Bakıyorsunuz rakip parti almış başını gitmiş. Siz kaybetmeşsiniz.
Ne yaparsınız?
Ne yapacaksınız, ya başarısızlığa dış mazeret bulacaksınız, ya da otokritik yapacaksınız.
Dış mazereti bırakalım bir yana. O hep vardır. Başarı dış mazeretleri, engelleri aşabilmek değil midir? Dağcı 'dağ olmasaydı, zirveye tırmanırdım' derse ne olur?
Yapılacak yararlı işin otokritik olduğu söylenir. Doğrudur da. Ama otokritik yapılacak işin bir parçasıdır. Tamamı değildir. Otokritik yapacak olan kişi, maksimalist ise yandınız demektir. Çünkü maksimum otokritik, başarısızlığı ebedi hale getirir.
Sürekli otokritik yapan sosyalist solun ve DTP'nin yayın organlarını çok okuyan inşaat işçisi onuncu kattan düşmüş. Ölüm döşeğinde bir tür günah çıkarır gibi başlamış otokritiğe. Yakınları 'ah be adam, neden dikkat etmedin?' dediklerinde, 'benim hatam dikkatsizlik değildi, kanatsızlıktı' demiş.
Dikkatsizlik elbette kanatsızlıkla kıyaslığında küçük bir hata sayılır. Kanatsız oluşunu en büyük hatası sayan kişi maksimum otokritik yapmıştır. Eğer bütün inşaat işçileri rahmetliye uyacak olurlarsa, onların onuncu katlardan sapır sapır döküleceklerinden emin olabiliriz.
Otokritiğin ölçülü yapılması gerekir. Otobüs uçuruma yuvarlanıyor diye, ona kanat takmak, otobüsün uçuruma yuvarlanmasını önlemez. Çünkü kanatlı otobüsten uçak yapılmaz. Otobüsün bakımındaki hataları, şoförün mesleki eksikliklerini dile getirmek daha akla uygundur. Ama otokritik yapan otobüsün sahibi, 'bunlar ufak tefek şeyler, bizim asıl hatamız karayollarını güvenli hale getirmedeki eksiklerimizdir' derse, kendisini Karayolları Genel Müdürü sanmış olur.
Örneğin, AKP seçimlerde halka 'Kömür, makarna dağıttı, bizim en büyük hatamız kömür, makarna dağıtmamak oldu' desek, başımıza nasıl bir iş alırız? Belediyeler ellerinde avuçlarında olanı yoksullara dağıtsa da Kürt coğrafyasında yoksulluğun zerresini bile ortadan kaldıramazlar. Ama kendi varlıklarını ortadan kaldırabilirler.
Böyle tumturaklı, cafcaflı, gösterişli, vurucu, etkileyici, 'şok edici', 'imamesini şaşırtıcı', milleti birbirine düşürücü, dünyasını karartıcı, aklını karıştırıcı, bütün çıkış yollarını tıkayıcı, bütün çareleri tüketici, bütün inançları törpüleyici, dizlerde derman, yüreklerde takat bırakmayıcı otokritikçiler her yerde, her zaman karşımıza çıkar. Onların niyeti üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir çünkü.
AKP'nin halkı yoksullukla teslim almaya, elindeki zavallı eşeği kaybettirip, ardından buldurarak halkın zihnini bulandırmaya çalıştığı doğrudur.
Ama acaba AKP'nin kaybettirdiği sıska eşeği aramaya mı çıkmak, yoksa bu yöntem de içinde, her türlü demagojiye karşı direnebilecek örgütlü bir güç mü yaratmak çözümdür?
'Eşek aramaya çıkalım, AKP buldurtmadan biz bulalım, oy toplayalım' deniyorsa, buna diyeceğimiz olamaz.
Ama sorunun özü örgütlenmeyse, o zaman birbirimizle deneylerimizi paylaşabiliriz. Bence, temel sorun, toplumun nabzını tutacak, aşağıdan yukarıya doğru demokratik, yukardan aşağıya doğru maksimum disiplinli bir örgüt yaratmadaki zayıflıklardır. Bu zayıflık, zayıf ideolojik faaliyet, ikna yeteneği düşük propaganda, herkesin kolayca anlayacağı politikaları formüle etmedeki eksiklik, partinin kitle içindeki gücüyle, partinin kendi içindeki örgütlenmesi arasındaki uyumsuzluk gibi sonuçların kaynağıdır. Kadrolar devrim yaratamaz. Ama kadrolar örgütsel sorunların çözümünde belirleyicidir. Sağlam kadro, sağlam parti demektir. Kadro politikasına dikkat...
Gönderen hasan ilhan zaman: 8/11/2007 11:50:00 ÖS 0 yorum
8 Ağustos 2007 Çarşamba
OLURMU BÖYLE YAŞAMAK
Olur mu böyle yaşamak
Bir avuç toprağa muhtaç
Sarı dünyam tütün benim
Beyaz dünyam pamuk benim
Yeşil dünyam haşhaş benim…