11 Ağustos 2007 Cumartesi

ÖZELEŞTİRİ

Veysi Sarisözen 10.08.2007




Otokritik-özeleştiri


Seçime giriyorsunuz. Sandıklar açılıyor. Bakıyorsunuz rakip parti almış başını gitmiş. Siz kaybetmeşsiniz.

Ne yaparsınız?

Ne yapacaksınız, ya başarısızlığa dış mazeret bulacaksınız, ya da otokritik yapacaksınız.

Dış mazereti bırakalım bir yana. O hep vardır. Başarı dış mazeretleri, engelleri aşabilmek değil midir? Dağcı 'dağ olmasaydı, zirveye tırmanırdım' derse ne olur?

Yapılacak yararlı işin otokritik olduğu söylenir. Doğrudur da. Ama otokritik yapılacak işin bir parçasıdır. Tamamı değildir. Otokritik yapacak olan kişi, maksimalist ise yandınız demektir. Çünkü maksimum otokritik, başarısızlığı ebedi hale getirir.

Sürekli otokritik yapan sosyalist solun ve DTP'nin yayın organlarını çok okuyan inşaat işçisi onuncu kattan düşmüş. Ölüm döşeğinde bir tür günah çıkarır gibi başlamış otokritiğe. Yakınları 'ah be adam, neden dikkat etmedin?' dediklerinde, 'benim hatam dikkatsizlik değildi, kanatsızlıktı' demiş.

Dikkatsizlik elbette kanatsızlıkla kıyaslığında küçük bir hata sayılır. Kanatsız oluşunu en büyük hatası sayan kişi maksimum otokritik yapmıştır. Eğer bütün inşaat işçileri rahmetliye uyacak olurlarsa, onların onuncu katlardan sapır sapır döküleceklerinden emin olabiliriz.

Otokritiğin ölçülü yapılması gerekir. Otobüs uçuruma yuvarlanıyor diye, ona kanat takmak, otobüsün uçuruma yuvarlanmasını önlemez. Çünkü kanatlı otobüsten uçak yapılmaz. Otobüsün bakımındaki hataları, şoförün mesleki eksikliklerini dile getirmek daha akla uygundur. Ama otokritik yapan otobüsün sahibi, 'bunlar ufak tefek şeyler, bizim asıl hatamız karayollarını güvenli hale getirmedeki eksiklerimizdir' derse, kendisini Karayolları Genel Müdürü sanmış olur.

Örneğin, AKP seçimlerde halka 'Kömür, makarna dağıttı, bizim en büyük hatamız kömür, makarna dağıtmamak oldu' desek, başımıza nasıl bir iş alırız? Belediyeler ellerinde avuçlarında olanı yoksullara dağıtsa da Kürt coğrafyasında yoksulluğun zerresini bile ortadan kaldıramazlar. Ama kendi varlıklarını ortadan kaldırabilirler.

Böyle tumturaklı, cafcaflı, gösterişli, vurucu, etkileyici, 'şok edici', 'imamesini şaşırtıcı', milleti birbirine düşürücü, dünyasını karartıcı, aklını karıştırıcı, bütün çıkış yollarını tıkayıcı, bütün çareleri tüketici, bütün inançları törpüleyici, dizlerde derman, yüreklerde takat bırakmayıcı otokritikçiler her yerde, her zaman karşımıza çıkar. Onların niyeti üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir çünkü.

AKP'nin halkı yoksullukla teslim almaya, elindeki zavallı eşeği kaybettirip, ardından buldurarak halkın zihnini bulandırmaya çalıştığı doğrudur.

Ama acaba AKP'nin kaybettirdiği sıska eşeği aramaya mı çıkmak, yoksa bu yöntem de içinde, her türlü demagojiye karşı direnebilecek örgütlü bir güç mü yaratmak çözümdür?

'Eşek aramaya çıkalım, AKP buldurtmadan biz bulalım, oy toplayalım' deniyorsa, buna diyeceğimiz olamaz.

Ama sorunun özü örgütlenmeyse, o zaman birbirimizle deneylerimizi paylaşabiliriz. Bence, temel sorun, toplumun nabzını tutacak, aşağıdan yukarıya doğru demokratik, yukardan aşağıya doğru maksimum disiplinli bir örgüt yaratmadaki zayıflıklardır. Bu zayıflık, zayıf ideolojik faaliyet, ikna yeteneği düşük propaganda, herkesin kolayca anlayacağı politikaları formüle etmedeki eksiklik, partinin kitle içindeki gücüyle, partinin kendi içindeki örgütlenmesi arasındaki uyumsuzluk gibi sonuçların kaynağıdır. Kadrolar devrim yaratamaz. Ama kadrolar örgütsel sorunların çözümünde belirleyicidir. Sağlam kadro, sağlam parti demektir. Kadro politikasına dikkat...

Hiç yorum yok: